26 Mart 2013 Salı

Mehmet Akif ve İstiklal Marşı

Bugün Hocanmız anlattı umarım ders olur !!! @Halit Çelik 'den alıntıdır :D Üzerine de biraz araştırma ve yorum. Hatamız varsa Affola ...

istiklal marşı ve Mahmet Akif Ersoy ...

H.Ç. : Söyleyin bakalım İstiklal Marşını Kim yazmıştır?
Öğrenciler : Mehmet Akif Ersoy.
H.Ç. : Yanlış. Söyleyin bakalım şimdiye kadar 12 ve 18 Martta okulda nasıl kutladınız , neler yaptınız ? durun ben söyleyeyim. günün anlam ve öenmi , Şiirler , Oratoryo ve Müdürün kapanış konuşması. ama bunun suçu sizde değil tabii. (Bunu Siz de Deneyin) İstiklal Marşının 1. -3. -5. -7. ve 10. dizelerini okuyun bakalım kendi kendinize. Okuyamıyorsanız hata sizde değil emin olun öğretmenlerinizde . Şimdiye kadar size ezberletip hadi 1. ezberleyene 100 vericem demeleri ve sadece size EZBERLETMELERİ.

Hz. Ömer bin Hattap (R.A) hilafeti döneminde, bir gün sabaha karşı Medine sokaklarında dolaşırken, evin birinden bir anne ve kızın tartışmalarını duyar. Halife hazretleri kapı önünde durur ve dinler. Anne, kızına; “Şu süte biraz su karıştır” demesi üzerine, kız annesine; “Müminlerin emiri süte su karıştırmayı yasakladı” diye cevap verir. Annesi; “O şimdi nereden duyacak?” deyince, kız; “Görünüşte ona itaat edip, arkasından ona isyan mı edelim? Ömer’in kendisi görmese, onun Rabbi görüyor” der.

Hz. Ömer, o evi iyice beller ve eve döndüğünde oğlu Asım’a bu evi tarif eder. Sonra, şayet bu kız kimse değilse, onunla evlenmesini, belki ondan hayırlı bir evladının olacağını tavsiye eder. İşte bu evlilikten Ömer Bin Abdülaziz’in annesi Ümmü Asım doğar.
"Asım"'ı buradan aklınızda tutun. Az sonra bir yere bağlayacağız

Arkadaşı Mithat Cemal Kuntay’ın anlattığı şu hâtıra da, “İnsan” Mehmet Akif’i, onun vefa ve merhamet hislerini en iyi şekilde anlatması bakımından ibretâmizdir. Şöyle anlatıyor Mithat Cemal:

“Balkan Harbi başlarken Akif Bey yegane geçim yolu olan resmî memuriyetinden istifa etti. Kirada oturduğu evine bir cuma günü gittim. Beş çocuğundan başka dört çocuğu daha vardı.

-Bunlar kim? dedim.

-Çocuklarım, dedi.

-Bir hafta içinde fazladan dört çocuk sahibi olmakta tuhaflık var, dedim. Sonra anlattı.

Baytar mektebindeyken bir arkadaşıyla anlaşmışlar. Kim önce ölürse, ölenin çocuklarına kalan bakacak. Arkadaşı vefat etmiş. Akif Bey de anlaşmalarının gereğini yerine getirmişti.”

Evet. Mehmet Akifin “arkadaşım” dediği, baytar mektebinde birlikte okudukları İslimyeli Hasan Tahsin Bey’dir. Hasan Bey, Edirne baytar müfettişi bulunduğu bir sırada 1912 yılında vefat edince Akif -her zaman olduğu gibi- sözünde durarak, onca fakr-u zarûretine rağmen merhumun çocuklarının bakımını üzerine almıştır. 5 kendi çocuğu 4 çocuğun da bakımını üzerine almıştır.- O aralar eşi de Psikolojik sorunlar yaşamasına rağmen-.

Bu hatırayla ilgili Mehmet Akif'in Oğlu Emin Ersoy demiş ki : Ben üvey kardeşim olduğunu 30 yaşımda öğrendim.-Siz o kadar bir tutabilir miydiniz ?-

Birinci Dünya Savaşında Mehmet Akif Almanlara esir düşen Müslümanları aydınlatmak için Berlin’e gittiğinden Çanakkale Savaşlarını görmedi. Ama Çanakkale için en muhteşem abideyi zaferden sonra kalemiyle dikti. Çünkü Akif’in yüreği daha ilk günden itibaren Çanakkale’de kalmıştı…
Almanların kendisini misafir ettikleri otelin şatafatı onu rahatsız etmişti. Niçin bu otelde kalmak istemediği sorulduğunda, benim temsil ettiğim milletin evlatları şimdi Çanakkale’de can ve kan pazarında aç açık ve perişan olarak vatan müdafaası yapıyorlar. Onlar her türlü perişanlığın ve yoksulluğun içinde çırpınırlarken, bu otelin rahatlığı beni rahatsız eder. Buradaki lüks bina batar demişti..

Berlin’de kaldığı günlerde her sabah ilk iş olarak Askeri Ataşemiz Binbaşı Ömer Lütfü Beye Çanakkale’nin durumunu sorardı. O da her defasında Akif Bey Allah’tan ümit kesilmez ancak maddi koşullara göre Çanakkale’de kazanmamız imkansız derdi.

Akif Çanakkale’den Binlerce km uzaklıkta olduğu halde Çanakkale ili yatıyor Çanakkale ile kalkıyordu.

Daha sonra önemli bir görevle Arabistan’a geldi. Çünkü İngilizler Müslüman Arapları da Osmanlıdan ayırmak için gayret gösteriyordu. Akif bu kardeşlerimizi de birlik ve beraberliğe, düşmanın sinsi oyununa gelmemeye çağırıyordu.

Akif Çanakkale’den Binlerce km uzaklıkta olduğu halde Çanakkale ili yatıyor Çanakkale ile kalkıyordu orada da.

Teşkilatı Mahsusa görevlisi olarak Enver paşanın yakın dostu kuşçubaşı eşref ile birlikte MEDİNE yakınlarındaki El-Muazzam istasyonundadır MEHMET AKİF. Yine bir gün kalkıp telgrafla sorarken haberleri, Kuşcubaşı Eşref Bey "Kaldırdım başımı , gözümü hafif açtım baktım ki Mehmet Akif mutlu, Çanakkale savaşını kazandığımızı anladım, Mehmet Akif dışarı çıktı 2 rekatlık Şükür namazına başladı 1. secdeyi yarım satte bitiremedi yanına gitti baktım hüngür hüngür ağlıyordu, birşey demeden içeri gittim. 2 saat sonra dışarı çıktım hala namazı bitirmemişti secdedeydi ve hala ağlıyordu. Tekrar yanına gittim ve kaldırdım başını secdeden ,nasıl bir ağlamaysa her yeri sular seller götürüyordu, yüzü çamur içinde kalmıştı. İçeri gitti ve ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE adlı şiiri yazmaya başladı,
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?" başlayan.

Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
İşte bu Asım sütü bozuk olmayan Asım sütüne su katılmamış Asımın nesli.

Milli Mücadele yıllarında yurdumuz dört bir taraftan düşman işgali altındaydı. Anadolu’da ise Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde büyük bir bağımsızlık ateşi yanıyordu. Bu heyecanın ve mücadelenin her zaman canlı olarak beyinlerde muhafaza edilmesi için İsmet İnönü, milletin ve ordunun milli bir marşı olması Milli Eğitim Bakanlığına bir teklifte bulundu. Nitekim böyle bir marş Fransız ordusu için bulunmaktaydı ve pekala Türk ulusu içinde olabilirdi Bakanlıkça uygun görülmesi üzerine yapılan yarışmaya tam 734 şiir gönderildi. Beğenilen marş için 500 lira ödül verilecekti. Gönderilen bu şiirlerin hepsi incelenmeye alındı ve sadece altı adet şiir kaldı ama bu şiirlerinde milli bir ruhu yansıtmadığı belli oluyordu. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver bu şiiri Mehmet Akif Ersoy’un yazmasını istiyordu. Bu konuda şairin Meclis’teki sıra arkadaşı Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Bey’den de yardım istemiştir bundan sonrasını da kendisi şöyle anlatmaktadır:

‘‘Akif Bey’in yanımda olduğu bir zaman, elime bir kâğıt parçası alarak, onun dikkatini çekecek bir tarzda yazmaya başladım.
— Ne yazıyorsun?
— Marş… İstiklal Marşı yazıyorum.
— Yahu sen ne adamsın? Seçilecek şiire para ödülü verileceğini bilmiyor musun? İçinde para olan bir işe nasıl katılıyorsun?
— Yarışma kaldırıldı? Seçilecek şiire ne para verilecek, ne de her hangi bir ödül. Milli Eğitim Bakanı bana güvence verdi.

"Mehmet Akif gaz lambasını da alarak karanlık odaya gitti ve içerinen garip sesler geliyordu. Mehmet Akif her şiir yasışında böyle sesler çıkardı. Az sonra Mehmet Akif odadan hızlıca çıktı ve içeri girdim. Duvarda aynen şunlar yazıyordu "Korkma, sönmez bu şafakalarda yüzen Alsancak !" Alsancak kısmına tırnakları yetmemiş olacak ki kanlar akıyordu."

--- hemen işaret edeyim o korkma vak'asına da ---
Hz. Muhammed hicret esnasında "Ey Ebu Bekir! Korkma! Hiç şüphesiz, Allah bizimledir!" buyurmuştu.

Detaylı Hicret : http://www.fatihcamii.net/islam-tarihi/peygamberimizin-a.s.medine-ye-hicreti.html

Para ödülünün olmayacağı konusunda güvence alan Mehmet Akif Ersoy kısa bir süre içinde ‘’İstiklal Marşı’’nı yazarak Hamdullah Suphi Bey’e gönderdi.

Hamdullah Suphi Bey bunu kurulda şöyle açıklamaktadır:

HAMDULLAH SUPHİ (Antalya) –Arkadaşlar, hatırlarsınız Maarif Vekâleti son mücadelemizin ruhunu terennüm edecek bir marş için şairlerimize müracaat etmiştir. Birçok şiirler geldi. Aradan yedi tanesi en fazla evsafı haiz (nitelikleri olan) olarak görülmüş ve ayrılmıştır.

SALİH Ef. (Erzurum) – İsimleri nedir?

HAMDULLAH SUPHİ – Ayrıca arz edilecektir. Yalnız vekâlet yapmış olduğu tetkikatta (incelemede) fevkalade kuvvetli bir şiir aramak lüzumunu hissettiği için ben şahsen Mehmet Akif Beyefendi’ye müracaat ettim ve kendilerinin de bir şiir yazmalarını rica ettim. Kendileri çok asil bir endişe ile tereddüt gösterdiler. Bilirsiniz ki bu şiirler için bir ikramiye vaat edilmiştir. Hâlbuki bunu kendi isimlerine takrib etmek arzusunda bulunmadıklarını ve bundan çekindiklerini izhar ettiler. Ben şahsen müracaat ettim. Lazım gelen tedbiri alırız ve icap ed en ilanı yaparız dedim. Bu şartla büyük dini şairimiz bize fevkalade nefis bir şiir gönderdiler. Diğer altı şiirle beraber nazarı tetkikinize arz edeceğiz…

Yapılan oylamadan sonra en beğenilen şiir Mehmet Akif’in ki oldu. Mehmet Akif Ersoy’un okunan şiiri sürekli olarak alkışlarla kesilmiştir. Meclis konuşmaları şöyle geçmiştir:

REİS — Bu takriri kabul edenler, yani Mehmet Akif Beyefendi tarafından yazılan marşın İstiklal Marşı olmak üzere tanınmasını kabul edenler lütfen el kaldırsın. Ekseriyeti azime ile kabul edildi.

MÜFİT Ef. (Kırşehir) — Reis Bey yalnız bir şey arz edeceğim, Hamdullah Suphi Bey’in bu marşı bu kürsüden bir daha okumasını rica ediyorum.

REFİK B. (Konya) —Milletin ruhuna tercüman olan işbu İstiklal Marşı’nın ayakta okunmasını teklif ediyorum.

REİS —Müsaade buyurunuz efendim. Heyeti muhtereme bu marşı kabul ettiğinden tabii resmi bir İstiklal Marşı olarak tanınmıştır. Binaenaleyh ayakta dinlemeniz icap eder. Buyurunuz efendiler… Ve İstiklal Marşı ayakta tekrar okunarak 12 Mart 1921 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi marşı olarak kabul edildi.

Âkif Bey, son üç yılında Kahire Üniversitesi’nde Türkçe öğretmenliği yapmıştır. Ancak Mısır’da uzun müddet kalan yabancılara bilhassa musallat olan “siroz” hastalığına tutulmuş ve durumu ağırlaşınca, 17 Haziran 1936’da İstanbul’a dönmüştür.

İstanbul’da yine Abbas ve Said Halim Paşa ailelerinin yardımıyla tedavi olunmuşsa da şifa bulamayarak 27 Aralık 1936 tarihinde vefat etmiştir. Hastalığında da resmî bir alaka görmeyen İstiklâl fiairi’nin cenazesi, birkaç kişi ve çıplak bir tabutla Beyazid Camii’ne getirilmiş; ancak vefatını duyan ve ağlayarak koşup gelen üniversiteli gençler tarafından bayrağa ve Kâbe örtüsüne sarılarak, etrafında nöbete durulmuştur.

Bu mu yani bizim Mehmed Akife saygımız ?

İşte Akif'in oğlu Emin Ersoy'un o hazin hikayesi;
"Yıl 1962, Cağaloğlu'ndaki bir köşe yazısının odasına kirli sakallı, üstü başı bakımsız biri girer. Adını söyledikten sonra yazardan kendisine yardım etmesini ister. Köşe yazarı karşısındakinin içler acısı durumundan büyük üzüntü duyar. Köşe yazarı cüzdanını uzatır ve istediği kadar para almasını söyler. O da uygun bir miktar para alır ve cüzdanı geri verir. Birkaç ay sonra tek sütunluk bir gazete haberi çarpar köşe yazarının gözüne. İstanbul sokaklarında, bir çöp bidonunun yanında bulunan bir cesetten söz ediyordur o haber. Yazar fotoğrafa bakar ve para istemek için odasına gelen Emin Ersoy olduğunu görür. Yani bu kişi, Mehmet Akif Ersoy'un oğlu Emin Ersoy'dur. "

 Emin, 24 Ocak 1967 günü Tophane'de yatıp kalktığı karoserin içinde ölü bulunmuştur.
Başkalarına el açacak kadar kötü bir duruma düşen ve bir kamyon karoserinde yatıp kalkarak kimsesizler gibi ölen Emin' e saygımız bu mu ?

Bırakın O çocuklar ezberlemesinler İstiklalal Marşı'mızı ama bilsinler nasıl yazıldığını her bir mısrasında nelerin olduğunu ve unutmasınlar "Hakkıdır, Hakk'a tapan Milletimin İstiklal" sözünü!!!

Okumana değdiğine inanıyorsan PAYLAŞ belki birşeyler değişir ?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder